Say'ın itirazına ret
25 Nisan 2013 İSTANBUL
Fazıl Say'a verilen hapis cezasının hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin karara yapılan itiraz reddedildi.
Piyanist ve besteci Fazıl Say'a,
"halkın bir kesiminin benimsediği
dini değerleri alenen aşağılama"
suçundan verilen 10 ay hapis cezası
hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin karara yapılan itiraz
reddedildi.
Say'ın avukatı Meltem Akyol, İstanbul 19. Sulh Ceza Mahkemesine
sunduğu dilekçede, müvekkiline verilen "10 aylık hapis cezası hükmünün
açıklanmasının, 5 yıllık denetimli serbestlik şartı ile geri
bırakılması" kararının kaldırılmasını talep etti.
Akyol, ayrıca Say ile ilgili beraat kararı verilmesini, taleplerin
reddedilmesi durumunda da dilekçenin değerlendirilmek üzere bir üst
mahkemeye gönderilmesini istedi.
Talepleri reddeden heyet, söz konusu itiraz dilekçesini bir üst mahkeme olan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine gönderdi.
Hiç kimse suç işleme imtiyazına sahip değil
19 Nisan 2013 İSTANBUL
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç,
"Nice
komutanların, muvazzaf veya emeklinin yargılandığı bir Türkiye'de Fazıl
Say'ın hangi özelliği var ki suçlanmasın veya mahkeme önüne çıkmasın''
dedi.
Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç, "Nice komutanların, muvazzaf veya emeklinin yargılandığı
bir Türkiye'de Fazıl Say'ın hangi özelliği var ki suçlanmasın veya
mahkeme önüne çıkmasın. Sen yaptığın suç teşkil ediyorsa bunun hesabını
rahatlıkla vereceksin. Veya 'Benim yaptığım yanlıştır. Her inançlı
insandan, Allahçı diye hakaret ettiğim her Müslüman'dan özür diliyorum'
diyeceksin'' dedi.
Arınç, Medya Etik Konseyi tarafından Fatih Ali
Emiri Efendi Kültür Merkezi'nde düzenlenen "2012 Yılı Medya Etik
Ödülleri" törenine katıldı.
Törende konuşan Arınç, basın
özgürlüğünün esas olduğunu, gazetecilik faaliyetlerinden dolayı, sadece
basın mesleğini icra ederken hiç kimsenin ceza tehdidiyle karşı karşıya
kalmaması, hiç kimsenin mahkemelerde tutuklu veya hükümlü olarak
bulunmaması gerektiğini söyledi.
Arınç, "Ama bunun ince
çizgileri var. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesi, basın
mesleğinde çalışanların haber konusunun ölçülerini çok güzel bir şekilde
ortaya koyuyor. Sorumsuzluk kesinlikle kabul edilemez. Her özgürlüğün
bir sınırı vardır ama bu sınır bir başkasının özgürlüğüyle belki yan
yanadır. İfade özgürlüğünde de suçun işlenmesini tahrik etmemek, kişisel
hakaretlerin olmaması, şiddete yönelmemek de genel unsurlardan bir
tanesidir" diye konuştu.
Piyanist ve besteci Fazıl Say'ın hapis cezasına çarptırılmasına değinen Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu
konuda son günlerde bir piyanistin başına gelen olaydan bahsediliyor.
Attığı tweetler yani yazdığı şeylerle kendime hakaret edildiğini
görüyorum. Ben inançlı bir insanım. İnançsız bir insanın 'ben ateistim'
demesini de şöyle başımı çeviriyorum, olağan karşılıyorum. Ben inançlı
bir insansam, dindar olmaya gayret ediyorsam, benim kutsallarıma da
hakaret edemezsin. Benim kutsallarıma, mukaddeslerime hakaret ettiğin
zaman, nasıl Geert Wilders diye bir adam vardı Hollanda'da, adamın ismi
de çok güzel. Geert Wilders diye yazılıyor. Hollandalı'ya sordum, 'nasıl
okuyorsunuz bu adamın ismini?', 'Hırt Veldes' dedi. Şimdi onun
söylediklerini, onun yaptıklarını bir taraftan eleştireceksin, bizdeki
hırtın söylediklerine 'ah burada ifade özgürlüğü yok mu?' diyeceksin. Al
oradaki hırtı ve buradaki hırta... 'Ne kadar yavşak, sahtekar, ahlaksız
varsa hepsi Allahçı' diyor. Hepsi yanlış, Allahçı diye bir şey olabilir
mi? Herhalde dindarları kastediyor. Bunları söyleme be kardeşim. Sen
kendi ateistliğini istediğin kadar savun. insanların mukaddes
değerlerine veya kişiliklerine hakaret ettiğin zaman sana karşı bir ceza
yaptırımı olacaksa bunu da herhalde anlayışla karşılaman lazım. Veya
şöyle olabilir. Bu sözlerinden dolayı eleştirilebilir, bu eleştiriler
karşısında kendisi de bu yaptığının hata olduğunu anlayabilir ve özür
dileyebilir. Ama bu esasen bir şikayete bağlıyken bundan vazgeçmediğini
görüyoruz. Sadece sözlerinin doğru olduğunu düşünüp, her gün onun
üzerine basarak bir şeyler yapma gayreti içerisinde. Hakim de zaten
verdiği cezayı ertelemiş. Şart koymuş, '5 sene içinde böyle bir hakaret
yapma' diye. Ömer Hayyam'ın şiirinden dolayı değil, hepimizi sapıklıkla
suçladığı için, hepimize hakaret ettiği için, insanların kişilik
haklarına tecavüzde bulunduğu için..."
"Pozitif laiklik anlayışı hakim"
Azınlıkların, farklı inanç gruplarının Türkiye'deki durumlarını
herkesin bildiğini dile getiren Arınç, hepsinin en üstün normlarda
haklarını alabildiğini vurguladı.
Arınç, "Türkiye'de eğer
gerçekten laiklik varsa ki son yıllarda pozitif bir laiklik anlayışının
hakim olduğunu görüyoruz, inanır, inancının gereğini yapar. Bu, din ve
vicdan özgürlüğünün de bir gereğidir" dedi.
Hatta misyoner
faaliyetlerinin bile artık Türkiye'de bir ceza tehdidiyle karşı karşıya
olmadığını kaydeden Arınç, şöyle devam etti:
"Ama böyleyken,
inanan insanlara da hakaret etmek doğru değil, mümkün de değil. Sen
kendi inancını istediğin kadar söyleyebilirsin. Buna karışan bir ceza
hükmü yok ama başkalarının inancına hakareti esas alırsan bunun bir
yaptırımı varsa ve bu kanun şunca yıldan beri geçerliyse, 'İşte Say, sen
de say' demeye filan gerek yok. Türkiye'de suç işleme imtiyazına hiç
kimse sahip değil. Nice komutanların, muvazzaf veya emeklinin
yargılandığı bir Türkiye'de, genelkurmay başkanlarının kendilerine isnat
olunan suçtan bugün savunma yapar noktaya geldiği bir Türkiye'de yani
Fazıl Say'ın hangi özelliği var ki suçlanmasın veya mahkeme önüne
çıkmasın. Sen yaptığın suç teşkil ediyorsa bunun hesabını rahatlıkla
vereceksin. Veya 'Benim yaptığım yanlıştır. Her inançlı insandan,
Allahçı diye hakaret ettiğim her Müslüman'dan özür diliyorum'
diyeceksin. Yok öyle, 5 kuruşa simit devri geçti."
-"Medyanın moral değerlerle bir ilişkisi var ve olmalı"
Başbakan Yardımcısı
Arınç, "Türkiye'de medya içerisinde bazı duyarlılıkları daha
görülebilir, daha kabul edilebilir bir noktaya getirmemiz lazım" dedi.
Türkiye'de medyanın daha çok hür teşebbüsün içinde bulunduğu bir sektör
olduğunu, kendisinin, kamuyu ilgilendiren kısım olan TRT, Anadolu
Ajansı, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü ve RTÜK'ün sorumluluğunu
taşıdığını vurgulayan Arınç, şöyle dedi: "TRT'nin son yıllarda 15
kanala çıkmış olması, bu kanalların da uydular vasıtasıyla bütün dünyada
izlenilebilir hale gelmesini önemsiyoruz. Şüphesiz Anadolu Ajansı ve
Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü de 93. yılını kutluyor. Onlar da
son yıllarda büyük yatırım içerisinde. Özellikle Anadolu Ajansı,
kuruluşunun 100. yılında, yani 7 yıl sonra dünyada ilk 5 ajans arasına
girmeye çalışıyor. Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü de güçlü bir
yere gelmeyi arzu ediyor. RTÜK de bildiğiniz gibi düzenleyici,
denetleyici bir kuruluştur." Arınç, 14-15 Kasım 2013'te "Türkiye Çocuk
ve Medya Kongresi"nin tertip edileceğini vurgulayarak, "Medyada
geldiğimiz noktayı, özellikle çocukların psikolojik ve pedagojik
durumları üzerinde olumlu veya olumsuz etkilerini, hangi programların
daha çok yapılması gerektiğini araştırma raporlarına dayalı olarak,
özellikle çocukların anneleri, babaları tarafından terk edilip ekran
başına bir şekilde hapsedildiğini, bunların giderilmesi gereken sorunlar
olduğunu hep beraber görüşmüş olacağız. Üç günlük bir toplantıyı size
haber vermiş olayım" ifadelerini kullandı.
Medya Etik Konseyi'nin henüz 5-6 yıllık bir kuruluş olduğunu
kaydeden Arınç, "Aslında çok uzun yıllardan beri varlığını bildiğimiz
bir Basın Konseyi var. Tabii son yıllarda içi tamamen boşaldı, etkisiz
hale geldi ve çok haklı olarak terk edildi" dedi. Arınç, meclis
başkanlığı döneminde, 5 yıl içerisinde karşılaştığı yalan, yanlış,
hakaretamiz yazı ve haberleri bizzat kendisinin ya da arkadaşlarının
şikayetiyle takip ettiğinde, "kimi kime şikayet ediyorsun" gibi bir
sonuçla karşılaştığını anlattı. Başbakan Yardımcısı
Arınç, "Bu konseyin başındaki şahıs, bizim şikayet ettiğimiz kişiydi.
Herhalde sonucu da tahmin ediyorsunuz. Her şeyi kendi doğru bildikleri
gibi kabul ediyorlardı. Sonunda öyle bir hata işlediler ki bu konseyin
içinden 5-6 kurum kendisini çekti. Hala kendilerine gelemediler. Suret
var ama varlığı kimse tarafından hissedilmiyor" diye konuştu. Böyle bir
durumda Medya Etik Konseyi'ne çok büyük görevler düştüğüne inandığını
vurgulayan Arınç, etik kelimesinin bazen ahlaki, bazen de moral değerler
olarak anlaşıldığını söyledi. Arınç, şöyle devam etti: "Hadi laik
anlayışa bakarak söyleyeyim, isterseniz buna moral değerler diyelim.
Demek ki medyanın moral değerlerle bir ilişkisi var ve olmalı.
Yazdıkları, çizdikleri, haber yaptıkları, özellikle pozitif yayıncılık
varken, her şeyi görmeden, görmek istemeden, insanları küçültmek
amacıyla yapıyorlarsa, bir yerlerde orada etik kuralların geçerli
olmadığını rahatlıkla düşünebiliriz. Şöyle düşünebilirsiniz; bir foto
muhabiri, bir kameraman, buradaki temiz arkadaşları tenzih ediyorum, işi
haberden ziyade mesela genç bir kadıncağız var, yürüyor, ayağı takıldı,
düştü, eteği açıldı. Bunda bir haber değeri var mı, yok mu? Kameralar
yere düşen kadıncağızı ve açılan üstünü başını dikkate alarak buradan
bir şey çıkartmaya çalışıyorsa bunun etik olarak hangi değerlere
yaslandığını herhalde hiçbirimiz düşünemeyiz."
Arınç, Almanya ve Fransa'ya yaptığı ziyaretlerde kamu diplomasisi
açısından çalışmalar yaptığını, konferanslar verdiğini, resmi
görüşmelerde bulunduğunu anlatarak, sonra da oradaki Türk medyasıyla bir
araya geldiklerini kaydetti.
Özellikle üniversitelerde verdiği
konferanslara belli küçük marjinal bir grubun da gelmeye başladığını
aktaran Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü: "Doğrusu, dinledikleri için de
memnunum ama sonunda 2-3'ü ayağa kalkıp bağırmaya başlıyor, ellerinde
yazılmış kağıtları bize göstererek güya bizi protesto ettiğini
zannediyor. Almanya'da koruma arkadaşlarım saydılar, 8 kişiydiler.
Bir
başka toplantıda sadece 5 kişiydiler.
Ayağa kalkıp, bağırarak 'Silivri,
yıkılacaksın, asılacaksın' buna benzer şeyler söylediler.
Gülüp
geçiyoruz, dinleyenler de gülüp geçiyor. Sonra bakıyorum Türkiye'de
hangi gazete ne yazmış diye.
İsimlerini vermekte hiçbir mahsur yok.
Sözcü, Aydınlık, Yeniçağ, Sol işte 4-5 gazete,
'Büyük protesto',
'Konuşmasına engel oldular'
falan filan.
Acaba ben orada mı yoktum yoksa
o toplantıda başka şeyler mi oldu?
Ayıp değil mi bunlar?
"Demokratik
olarak gösterilen tepkilerden
yüksünmediğini, 40 yıldır içinde bulunduğu
siyasette çok şey yaşadığını anlatan Arınç, 3-5
kişinin bağırmasını
haber yapmanın hangi etik
anlayışla bağdaştığını anlamakta güçlük
çektiğini kaydetti.
Arınç, siyasetçilerin içinde de etik değerlere
uymayan insanlar olabileceğini ifade ederek,
"Kimisi ciyak ciyak
bağırır, kimisi ağzına geleni söyler, kimisi birbirine hakaret eder.
Bence bunları haberleştirmek, haber değeri
taşıyorsa doğrudur ama
bunları sürekli
döndürerek, hakaretlerin çoğalmasına
çalışmak, kendi
zaaflarını adeta bir eksiklik
olarak göstermek bence çok yanlış"
dedi.
Bülent Arınç, her sektörün, her kurumun
kendi kendini kontrol etmek,
otokontrol
sistemi içerisinde eksiğini, fazlasını gözden
geçirmek gibi
bir imkanı olması gerektiğini
aktardı.
-Medyanın terör olayları karşısındaki tavrı-
Terör olayları karşısında medyanın nasıl bir tavır alması gerektiği
konusunda önce gazete sahipleri, sonra genel yayın yönetmenleri,
ardından da önemli gördükleri kişilerle bir araya geldiklerini anlatan
Arınç, şöyle devam etti:
"Onlara şunu söyledik;
'Habercilik anlayışına
karışmıyoruz ama bir milli meselede, terörün bir arzusu vardır,
propagandasını yaptırmak.
İki, toplumda korku, endişe, panik meydana
getirmek ve insanlarda güvensizlik oluşturmak. Yani şurada patlayan
bomba yarın burada da patlayabilir.
Bir de terörün adını söyledikçe
propagandasını da yapıyorsunuz.
Ne olur bu konuda duyarlı olamaz
mısınız?
Bakın size örnek.
ABD, İngiltere, İspanya'da hangi olayı ne
kadar verdiler.
Son dakika dedikleri şey ekranda ne kadar kaldı ve
insanlar bundan ne kadar etkilendiler', örnekleriyle gösterdik.
Hepsi,
'tamam, biz bu kuralların doğru olduğuna inanıyoruz ama bunu yazılı hale
getirmeyin, biz bunu uygulayacağız'
dediler.
O günden bu yana olumlu
bir gelişme olduğunu görüyorum.
Onlara teşekkür ediyorum.
Dolayısıyla
Türkiye'de medya içerisinde bazı duyarlılıkları daha görülebilir, daha
kabul edilebilir bir noktaya getirmemiz lazım."
-"Çocuklarımıza Keloğlan'ı yeniden hatırlattık"-
Televizyonlarda güzel programların da yer aldığını dile getiren
Arınç, insanın o programda kendisinden, ailesinden ve çevresinden bir
şeyler bulabildiğini söyledi. Arınç, çocukların televizyon ve
bilgisayar başında uzun zamanlar geçirdiğini belirterek, çocuklarda
televizyon izleme oranının yüzde 91 olduğunu raporların gösterdiğini
kaydetti.
Evlerde kadınların da en az 2-3 saati televizyon başında
geçirdiğini vurgulayan Arınç, çocuklarda bu sürenin daha fazla olduğunu
ve çocukların izlediği programlara dikkat edilmesi gerektiğini söyledi.
Arınç,
"Özellikle etik kurallara bağlı çalışan
televizyonlarımızın
çocuk kanalları son zamanlarda büyük bir hamle yaptı.
Bizim kanallarımız
içerisinde biz Keloğlan'ı
yeniden hatırlattık çocuklarımıza, Dede
Korkut'u yeniden hatırlatıyoruz.
Bunlar
reytinglerde çok iyi
noktalardalar.
Samanyolu'nun veya diğer kanallarımızın da
çocuk
kanalları son derece başarılı ama başka
kanallara bakıyorum şiddet,
korku, tanrılar,
tanrısal güçler bilmem neler...
Çocuklarımız böylesine
bir yerlerden neredeyse atlamaya çalışıyor.
Emanetleri iyi kullanmamız
lazım" diye konuştu.