'Cumhuriyet Müslümanlara Türk dedi'
Bazen
eski kitapları karıştırırken bugüne dair de pek çok soruya cevap
bulabiliyoruz.
Neşe Düzel'in 2001-2007'ye kadar olan röportajlarını
kapsayan
'Hesaplaşma'
isimli kitabında bugün için de çok önemli birçok
röportajla karşılaştım.
Bunların içinde dikkatimi çekenlerden birisi de
Türklük ve etnisite
üzerine sosyoloji profesörü Hüsamettin Arslan
ile
2005 yılında yapılmış söyleşi oldu.
Arslan
özetle şunları söylüyordu:
Türkiye'de
'etnisite'ye dayalı kimlik;
ne Türk milliyetçiliği ne de Kürt
milliyetçiliği
tutmaz.
Etnisite ırk, ulus kavramlarıyla
düşünmek, halkın
değil modernlerin bakış açısıdır.
Halkta tarihsel olarak; Şafi olma,
Sünni olma, Alevi olma bilinci vardır ama ırk bilinci yoktur.
Bu nedenle
Alevi Sünni evliliğine tepki gösterir ama Türk-Kürt evliliğine tepki
göstermez.
/Güneydoğu sorunu halkın değil modern uygarlıklarla tanışmış
Kürt entelektüel elitlerinin sorunudur./Türkiye'nin yöneticilerinin
homojen toplum talebi olmaz.
Bu toplumun egemen değerleri tapınma
düzeyinde 'devlet-din-para'dır.
/Türkiye'deki
milliyetçilik devlete
tapmaktır.
Türklük bir ırk kategorisi değil kültürel
kategoridir./Türkiye'de entisite sorunu konjonktürel ve
geçicidir./Yugoslavya örneği yanlıştır.
Orada etnik gurupların kendi
gettoları vardı.
Bizim toplumumuzda herkes aynı apartmanda yaşar.
/Türkiye'de yaşayan Çerkez, Abaza, Boşnaklar
Türk olarak tanımlanmaktan
rahatsızlık duymaz ama Kürtler duyar. Çünkü bir
Kafkasyalı bir başka
yerden göç etmiş birisidir
ve devlete karşı toprak talebinde bulunmaz.
O'nun toprağı Türkiye'nin dışındadır ve bize
sığınmış halklardır.
Kürtler ise biz yokken de buradaydı.
/Kürtler ve Türkler birlikte
yaşamaya mecburdurlar, bu nedenle etnisite tutmayacaktır. '
PARMAĞA DEĞİL İŞARET EDİLEN YERE BAKMAK
İlk
Meclis'ten bu yana 92 yıllık Cumhuriyet tarihimiz içinde 'halka kendini
yönetme yetkisini verelim mi vermeyelim mi?'tartışması yapmaktan hala
vazgeçmedik.
Ayıplı bir demokrasi tarihimiz var kısaca.
Belki de bu
nedenle
'demokratik bakış' zihinlerimizde zor yer buluyor. Sistem ve
yapısal sorunları çözmeye yönelik her çabayı konuşurken 'sistemi' değil
'önyargıları'mızı tartışıyoruz.
'Parlamenter sistemlerde siyasi istikrar
sağlanamaz/Başkanlık sistemi diktatörlük
getirir ülke bölünür.
' Ya da
'Parlamenter
sistemde sadece hükümetin dediği olur/
Başkanlık sitemi
bizde işlemez'
gibi…
Geçen
hafta bu konuya daha objektif bakmaya
çalışan bir toplantıya katıldım.
Prof. Fuat
Keyman başkanlığında İstanbul Politikalar
Merkezi'nin
düzenlediği 92 STK'nın temsil
edildiği yuvarlak masa toplantısı
'Denge
ve Denetleme olmadan Ne Parlamenter Sistem ne de Başkanlık Sistemi'
başlığını taşıyordu.
Kişiye
odaklanan itirazları bir tarafa bırakıp,
'yapılana' ilişkin tartışmanın
ön planda
tutulmaya çalışıldığı bu toplantının
konuşmacılarından Prof.
Ergun Özbudun'dan
bazı notlar aktarmak istiyorum.
Özbudun
başkanlık
sistemi tartışmalarının yanlış yerlerden yapıldığı kanaatinde.
Savunanların
'Türkiye'yi uçuracak bir sistem'
karşı çıkanların da
'şeriata götürecek bir yol'
gerekçelerini yanlış buluyor.
'Türkiye'de
parlamenter sistem krize neden oluyor ama ülke tarihinin yarısından
fazlasında tek parti iktidarı olmuştur.
Türkiye'de krizin sebebi tek
başına parlamenter sistem değildir.
Parlamenter sistemin de avantajları
vardır. Başkanlık sistemi demokratik kriterlere sahip üç siyasal
sistemden birisidir.
Bunlar arasında birisi diğerine üstün değildir.
Nispi fayda ve sakıncaları vardır.
Ancak objektif olarak önerilen
sistem, arzuladığımız denge ve denetleme mekanizmalarını kurmaya yeterli
değildir.
Bu önerilen sistemde yasama ve yürütmenin denetlenebilirliği
bir arada sağlanamaz.
Birisinden taviz vermek gerekir. '
Toplantının
konuşmacılarından Prof. Levent
Köker ise kategorik olarak başkanlık
sitemine
karşı çıkmıyor.
'Kürt sorununun çözümü,
demokratik hâkimiyetin
tesisi için'
başkanlık
sistemini savunduğunu söylerken önerilen sisteme
ilişkin itirazları söyle:
'Ak Parti'nin önerisi başkanlık sistemi
benzeridir.
Başkanlık sisteminde ikinci meclis önemlidir.
Ak Parti'nin
sunduğu sistemde bu olmadığı gibi başkana yasama yetkisinin verilmesi
yanlıştır... '
Levent
Köker'in altını çizdiği önemli bir
noktada yeni anayasada bölge ve yerel
yönetimleri güçlendirilmesi.
Böyle bir anayasa
ile illerden eşit sayıda
temsilcilerin yer alacağı
senato benzeri ikinci meclisin bütünlük
oluşturacağı kanaatinde.
Objektif tartışmaların topluma daha çok katkı sunacağı inancı ile bu görüşleri aktardım. Umarım gerçek bir demokrasimiz olur.
GÜZEL ŞEYLER OLUYOR…
Geçen
hafta sonu Urfa'daydım.
Bir kez daha Güneydoğu'ya barışın ne kadar çok
yakıştığını gördüm.
Tarihin yeniden yazılmasına sebep olacak Göbekli
Tepe'deki arkeolojik keşifler gerçekten etkileyiciydi.
Halfeti ise bir
başka hüzünlü güzelliği hala taşıyor.
Bu coğrafyada geçmiş ile gelecek
aynı zaman diliminde kesişiyor.
Ermeni, Rum, Süryani, Arap, Kürt, Türk
kültürünün bir arada eser verdiği bu coğrafyada etnisiteleri değil ortak
kimliklerimizi konuşmak bizi zenginleştiriyor.
Savaş için harcadığımız
gücü bu coğrafyanın tarihini, kültürünü, zenginliğini keşfetmeye,
yaşatmaya harcasaydık keşke…
AYŞE BÖHÜRLER
13 04 2013 cumartesi